28 Aralık 2010

İnanış Oluşumu vol.2



Şuan okuduğum kitaptan (Müzik Tarihi) yola çıkarak bu yazıyı yazmayı düşündüm. Daha doğrusu aklıma başka bir konu gelmiyor.

Efenim, müzik dünyası çok zor gelişmiş, kitapta bu söyleniliyor. Bunun asıl büyük sebebi Hristiyanlık imiş. Bunlar zamanında, hiçbir çalgıyı artı kadınları kiliseye şarkı amaçlı almıyormuş. Zaten müzik gelişirken de ona bağlı bir şekilde gelişmiş ki, neredeyse bütün sanatçıların kenarda köşede yazdığı kilise parçaları mevcut.
Fakat şöyle ki, bir zamandan sonra elbette, gelişmeye başlamış müzik ve bir bakmışız ki  'org'  bildiğin kilise enstrümanı oluvermiş ki zamanında günah diye almazlarmış..
Demek ki din, zamanla kuralları değişebilen bir olguymuş..
Benim üyesi olduğum bi forum var, orada zamanında bi MAL vardı :)) Dindarın önde gideniydi. Çok tartışmalar olmuştu zamanında.. ki ben hala bizlerin haklı olduğunu düşünüyorum. Ortada onların saygısızlığından başka bir şey yoktu çünkü. Hatta bu kendi hayatımda da hep böyle. İnananlar nedense dinlemezler bizi..

Ben dinler yok diyemem, şuan bariz bir şekilde varlar çünkü. Fakat bunların bir yaratıcı tarafından değil de insanlar tarafından yaratıldığını düşünüyorum. Şimdi inanan bir çok kişinin dilinde klişe bir laf vardır ki ' o zamanın yaşantısı bu zamana uygulayamayız ki...' diye başlayıp paragraflar halinde devam eder..
İyi de , şuan bir çok gelişmemiş müslüman ülkelerde, özellikle bu suudi arabistan da falan müslümanlık var. Buralarda kadınlar zina yaptı diye herhangi bir dedikoduda hiçbir sorgu sual olmadan öldürülüyor. Hırsızların elleri niyeyse bilemem ama cuma namazından sonra kesiliyormuş.
Suriye de kadınların suratına kezzap atılıyor ??

Buna gelen cevaplar genelde ' orada şeriat var ' benzerinde olur. Tamam o halde şunu diyebilirim, şeriat bir yönetim şeklidir ki bu dikkatinizi çekerim müslümanlıkta var. Biz de cumhuriyet var, demokrasi, adalet var. Bizim ülkemizdeki bayanlar, sokakta dolanırken herhangi bir polis onların suratına başı açık ya da türbanlı birisine saçının teli gözüküyor diye, kırıtıyor diye, suratına kezzap atmıyor.
 Ya da diğer bir çok müslüman ülkelerde erkekler 4 kadına birden sahip olabiliyor. He bu bizim ülkemizdeki yobazlarda da var, olmasının sebebi var olan yönetiliş düzeninin düzgünce yapılmamasından ama sonuçta bu yasal değil ülkemizde. Oralarda bu durum yasal.
O halde, din, ülkelerin yönetiliş şekline göre değişebilen bir şeymiş.

Bunu inananlarında gerçekten tabularını kaldırıp düşünmelerini istiyorum. İnanmayın, inanılamaz gibi şeyler demiyorum ya da saygısızlık etmiyorum. Çünkü ben dinleri de bir insanın elinden çıktığını düşünüyorum. Benim kendi düşüncelerim, düşündüklerim ve okuduklarım da bir insan topluluğundan çıkma ve ben buna inanıyorum. Sizlerde de dinlerinize inanabilirsiniz, fakat kör inanç kötüdür. Bundan dolayı reddediyorum zaten dinlerin varlığını ve yüceliğini, kehanetlerini blabla.

Çünkü, dinler tamamiyle devletin işine gelen bir inanış durumudur. Din ile tüm insanları kendinize bağlayabilir, hatta kendiniz peygamber, melek, elçi vs gibi tanıtabilirsiniz.

Saf inançlar ot insanlıktır. Ve dünyanın birçoğu maalesef ki ottur. Boş beyinlerle istedikleri kadar dini araştırmalara girsinler, diğer görüşlere bakmadan oluşan boş inanç size bir fayda getirmeyecektir. Çıkar ilişkisi içerisinde yaşadığınız din inancı, size ne bütün herşeyin ağacı olduğu bir alan ne de içinde yahni olacağınız başka bir alan verecektir.

Başka bir diyeceğim vardır ki, bu zamana kadar çıkan bir çok isyan sayesinde ( ki en önemlisi tarihte reform/rönesans dönemleridir. ) din adamlarının yalancı oldukları ve din üzerinde zilyonlar kazandığı ortaya çıkmıştır. Martin Luther'e şuanki hristiyanlık şükredip secde etmeli :))

Hristiyan olsaydım sanırsam daha önceden dinlerden dönebilirdim. Bir çok filmde konu olan şey 'cadılık'. Bunlara inanıp, sorgusuz sualsiz yakan atalar topluluğuna sahip olmayı istemezdik herhalde. Ya da kafasına göre kitap yazıp dini dörde bölen atalara ve bunlara inanıp bu zamana getirenlerden gelmeyi istemezdik/m.

Dinlerle ne kişiliğinizi ne insanlığınızı kazanırsınız. Sizden bunları alan inandığınız sefil dinlerdir.


16 Aralık 2010

Müzik Benim Hayatım

 

Bu konuyu Özgür'le konuşmasaydım (çok detaylı bi şekilde) sanırım yazma kararı almayacaktım. Sanırım bi kaç yazımda da küçüklüğümden bahsedeceğim sizlere.
Bunun sebebi herkes gülsün, ben çok komik/acıklı çocukluk geçirdim diye değil, keyfimden yazıyorum. Canım sıkıldı sürekli, düşüncelerimle ilgili şeyler yazmaktan.
Eveet, açıklamamı yaptım artık rahat rahat içimi dökebilirim sizlere!

Ben 6 yaşımdan öncesini hatırlamıyorum.  Bi yazımda da demiştim zaten. Müziğe girişimi de o yaşlarımdan başlayarak anlatıyorum.
O zamanlarda popüler sanatçım Ebru Gündeş idi. Onun çingenem adlı parçası çıktığında Kral TV'de, koltuğa çıkıp oynardım. Sonra bi şarkısı daha vardı ' yine sana koşa koşa gelirim ' diye, ona da hastaydım!
Sonra farklı olayım diye Tarkan değil, Doğuş'u seviyordum. Oyhş, adeleli, kaslıı.. çok yakışıklıydı... Burak kut, Kerim Tekin, KENAN DOĞULU benim vazgeçilmezlerimdi..

O sıralarda Ayşe diye bi kadın vardı. Sanırım adı öyleydi ama neyse ablamla bi şarkısına hasta olmuştuk. Bir gün her kanalda karşımıza çıktı şarkısı nerden baksanız bi beş kere falan dinledik biz onu. Sonra annem bizi dövdü. Ablamı ders niye çalışmıyosun diye dövdü de beni niye dövdü anlamadım, daha okula başlamamıştım.

Bi arkadaşım vardı Tuğba diye, onunla müzik uyumumuz biraz kötüydü. O İbrahim Erkal dinlerdi, ben işte üsttekileri dinlerdim. Abisi tam bi İbrahim Tatlıses fandı.
Neyse.

İlkokulun ortalarında falan Demet Akalın, Gülben Ergen, Petek Dinçöz ( yor cast fuliş kazanova! ), Ebru Yaşar, Ebru Gündeş furyam hala devam ediyodu, vs.. dinler idim.
Bu arada Kerim Tekin öldüğünde çok ağlamıştım, çünkü büyüdüğümde onunla evlenmeyi düşünüyordum.

Ortaokul yıllarımda, tam bir Salsa kızıydım. Her hafta alır ve özenirdim. Tabi o zamanlar ergenliğin başları, kendini genç kız hissetmeler, gayet seksi olduğunu zannettiği şekilde saç toplamalar falan filan. Eminem o zamanlarda başladı herhalde ben de. Evet öyle olmalı. Uydu alınmıştı eve, Dream TV den hep dinlerdim. O benim yegane aşkımdı.
Okulun arkasında bi kırtasiyeci vardı, ona giderdim hep. Çok güzel Eminem çıkartmaları falan vardı. Bissürü de rozet. Böyle aşırı cool rozetlerdi ama.


He bir de o dönemler arasında olması lazım, evde uydu olup olmadığını da hatırlamıyorum ama neyse.. Babam yurtdışından ablamın kağıda yazdığı kasetleri alıp getirmişti. Söylüyorum;
Britney Spears, Cher, RICKY MARTIN, Jennifer Lopez.
Günde bi 10 kere Cher'in kasedini dinlerdim. Jennifer Lopez'in, şarkılarında onun gibi dans ederdim. Kendimi ünlü biri olarak düşünür konser verirdim salonda. Upss ay didınt egeyynn diye öterdim etrafta, çok ingilizce bilir edalarında.
O zamanlarda en büyük korkum bu durumda yakalanmaktı.
Bir de o zamanlar Gökhan Özen patlak vermişti abi, napiyim.. yeminle posteri vardı odamda.


Off sonradan hatırlamayı sevmiyorum yazı böyle ortasında kesilip başka yöne akıyomuş gibi oluyo ama... 6-7 yaşlarında iken , Mirkelam'ın koştuğu klip ne zaman çıksa evin ortasında koşarak söylerdim. Annemden bundan dolayı tokat yemiştim. Çünkü bi kere koşarken yaprak sarmaların içine ayağım girdi.

Ayrıca yabancı müzik arşivimde NSYN'C vardı. BAY BAY BAY BAY! Bi tane burnu dümdüz olan adam var ya ben onu daha çok severdim. Justin'e uyuz olurdum. O yaşlarımda bile aklımdan geçen ' ıyy seks manyağı bu kesin, şuna bak karının göte bakıyo ' cümleleri olurdu.

İlerleyen zamanlarda Demet Akalın'ın büyük destekçisiydim. Oh diyordum ne iyi yapıyor İbrahim'e. Bananeyse artıkh! Bunun yanında hala Eminem'i seviyordum. Bi de o dönem bilgisayar alındı bize. Ohh, fotoğraf albümü yarattım Eminem'den!
Neyse efenim. Orta okul bitti geçti liseye. Herhalde lise 1 benim yaşadığım en karmaşık müzik yılıydı. Bi kere lise 1'i ticaret lisesinde okuduğumdan dolayı sürekli kırolar vardı çevremde. Kıro karakterler yani. DJ Akman'ın o şarkısına ben de bayıldım bi zamanlar.
Bahar diye bi arkadaşım vardı, ondan bana cd yapmasını istedim. İçinde kaç tane şarkı vardı hatırlamıyorum ama hepsi de kıroydu.
Ben bi itirafta daha buluncam, İsmail Yk'nın 'üf üf üflesene ımmm bu çok güzel işteee ' dediği şarkıyı da seviyordum bi aralar.

Bir de o zamanlar, işte ben Heavy Metal ile tanıştım. Artık ergendik, gençliğe gidiyorduk. Her farklılık bize göre hoştu.
İnternetten bi çocuğa aşıktm. O da Metallica fandı \m/ .. O olmasa herhalde tam bi metal dinleyicisi olmazdım. Hala her boku dinleyen birisi olurdum herhalde. Çünkü onun gözüne girmek için diğer müzikleri bırakmıştım.
Zaten şöyle bir şey var.. Benim dayım, bildiğin gençliğinden bu zaman heavy metal dinleyen adam. Aslında onunla bir yerlere gittiğimizde arabada açardı. Kulak aşinalığım vardı yani.
Dayımın oğluda bi ara bize bi cd yapmıştı. İçinde metal müzikler var. İlk o zaman aşık oldum aslında. Metallica - One!
Evde tek olmayı isterdim hep. Vcd'ye takar kafa sallardım. Bi kere anneme yakalandım, boynum ağrıyo yaa diye salladım bir şeyler.

Sonra, lise 2 ye geçince, ben bir ay gibi bir zaman da bütün heavy metali, diğer türlerini falan yaladım yuttum. Derslerime çalışsaydım bu kadar herhalde diploma notum çok yüksek gelirdi. Lise sona kadar bildiğin metalci girl idim.
Siyahtan başka bir şey giymezdim.
Sonra bir gün, dedim ki ' yazın giysem terliyorum, kışın giysem mont var. eee, kimse görmüyosa , kimseye ne dinlediğini gösteremiyorsam ne bokuma giyip işkence ediyorum kendime ' .
Eh bir de kemana başladık, müzisyen olucaz dedik. Klasik müzik dinlemekten kaçış yoktu, dinleyince de baktım ki ben diğer türleri de dinleyebilirmişim. Böylece, metal müziği hala dinlememe rağmen kıçımı onun için yırtmaz oldum.
Yani sanırım normal oldum.
Ama çok işlemden geçerek. Yazarken o kadar güldüm ki, yazı yarım gibi duruyo. Aklıma da başka anılarım gelmiyor..

Müzik sizi kutsasın dostlarım.


15 Aralık 2010

Dengesizliğim Var Burada.


Kinyas ve Kayra'yı nihayet bitirdim. Her bitirdiğim kitap gibi bunda da hafif bir burukluk vardı. Yani şimdi kusura bakmayın yazacaklarım sizlere spoiler gibi gelicek ama okuyacaksanız biraz dikkatli okuduğunuz da sonunu zaten anlıyorsunuz...
Kitabın başından sonuna bir insanlık konusu alıp gidiyor. İki karakterde insanlıklarından çıkmış ve kendisini hayattan soyutlamış, tüm duygulardan uzaklaşmış kişiler.

Kitabın başlarında Kinyas'ı kendime yakın görürken sonlarına doğru Kayra ve Kinyas arasında bi düşünceye sahip oluverdim. Lakin kitabın sonlarına doğru Kinyas insanlığına dönüyo, insan olabilmek için aşk, aile vs duyguların olması gerektiğini söylüyor.
Buna yarı yarıya katılıyorum.
Ben öyle aman aman hep ailemle oluyim diyen bir insan değilim. Ondan dolayı Kinyas'ın sonra ki karakter değişimini beğenemedim. Fakat Kayra'da bir o kadar salak geldi bazen gözüme. İkisi de birbirinin zıttı zaten.

İnsanlık kavramının, neye göre olduğunu söyleyecek olursak aslında onun göreceli bi kavram olduğunu görebiliriz. Çünkü adam öldürerekte insanlık yapmış olabilirsiniz... Hayatımızda ki sebepler bizim insanlığımızı oluşturur.

Nefret ve kin içimizde oldukça insanlığımızı kazanamayacağız. Kitabın sonlarına doğru bunu görebiliyoruz. Kitabın 3 tane sonu var zaten. Kendi içind 3 kitaba ayrılmış. Bölüm değil bakın kitap diyorum!

SORGULAMA
Evet insan öldürerek çok yüce bile olabilirsiniz. Bu, gerçekten de sebebine bağlı olan bir şey. İçimizde ki nefret eğer toplum tarafından 'doğru' karşılanıyorsa, Tanrı bile olabilirsiniz.

İnandığınız yaratıcı da öyle çünkü.
Ben öyle görüyorum, onun dünya üzerinde ki hayali varlığını. Kafasına göre kişileri alıyo yanına. Yoksa demiyor ki, Hürrem'in annesini alırsam Hürrem ağlar, çok üzülür! Canını alıyo herkesin teker teker.
Kendince bi senaryo yazmış onu uyguluyo.


Bizim sülalede erken ölüm var. Yani ben de çok fazla yaşamayacağım kesin. Anaannem, babaannem, iki dedem de ( bunlar en yakın bildiklerim ) hepsi 50-60 yaş arasında öldüler. Zaten aslında göçmen bi aile olduğumuzdan dolayı çok fazla bağlarımız yoktu, özellikle baba tarafıyla. Yani toplam 8 kardeş olunca, doğal olarak tanımıyorsun ya da çok yakın olmamış oluyorsun bazı akrabalarını neyse de işte dedemlerle de öyleydik. Çok nadir giderdik babamın köyüne.

Neyse.
Yaratıcının durupta ' Hürrem anaannesini biraz daha tanısın, 20li yaşlarına geldiğinde onu hatırladığı zaman biraz burkulsun içi ' dediğini zannetmiyorum. Ya da şöyle de dememiştir ' Biraz daha yaşasın, hatta kafasına Türkiye'de beyin tümöründen ameliyat olursa bi 10 yıl daha kızıyla olabilceğini söyliyim, daha yaşlılar camiasında da genç sayılır. Hem yanıma alırsam Kraliçe Hürrem 2 hafta depresyona girer '

Annem 2 hafta bildiğin depresyondaydık. Ablamla ben hep yanık yumurta yedik. Annemin yere oturup ağlayışını unutamam mesela.
Yani, ben tabii ki de deistim. Bir yaratıcı var diyorum ama benim inandığım çok farklı. Onun da annesi babası var (bkz: Bu yazı da biraz ben varım ) . Bi gün canı sıkılmış ve hıçkırarak uzayı yaratmış. Öyle bi osurmuş ki Güneş oluşmuş. Güneşte patlamış, Dünya ve kardeşleri.
Falan diye düşünürüm.
Ama var derim bi yaratıcı.
He o da orospu çocuğunun önde gideni. Çünkü o da herkesi öldürüyor. Gelmiş geçmiş en büyük katil, izini belli etmeyen.
Ondan dolayı da taparım ona ben.

***

Otobüste daha iyi şeyler gelmişti aklıma. Şimdi de yazmak olsun diye yazdım. Napiyim, unuttum diğerlerini.
Hadi gömdüm.

13 Aralık 2010

Aşkı Betimleten Yegâne Şarkılar

 


Aşka pek kafa yormam ki zaten bundan yıllar önce de inanmazdım. Sonra birisine tutulunca inandık işte de, iyi ki de var diyebilmişim. İçimde bi insan varmış onu çıkardı hiç değilse. Gerçi bizlerin öldürdüğünü düşünüyorum da neyse.

Aşkın tanımını yapamayız... Bazıları sadece platonikliğinden bahseder, bazıları doğru insanından... Bazıları evlenince yok olur der.
Hepsi bir yerde haklı çıkan aşkın küçük tanımlarıdır.
Fakat, müzik öyle bir şey ki! İçindeki tüm duyguları dökebileceğin tek yerdir. Bestelemek konusunda diyorum bunu tabi. Genelde hepimiz dinleyici olduğumuzdan, aşka bissürü şarkı uydurabiliriz. Fakat bence, belli parçalar vardır ki, asıl aşkı anlatan, beynimizde resmeden onlardır.

Özellikle Mozart'ın 40. senfonisi her ne kadar neşeli gibi gözüksede, iyi bir dinleyiciyseniz, içinde bir aşk temasını bulabilirsiniz.


Aslında, tabii ki , Chopin bu konu da gözümüze uygun gelebilir. Tamamiyle romantik bir adamdır kendisi. Nocturne'leri insanı kendinden geçirir. Ama ben daha çok şunu seviyorum; 


Rachmaninoff'un eserlerinin çoğunu bilmem ama bu parçasını ilk dinlediğimde, aşık olmak istemiştim diyebilirim. Birisini çok ama çok sevmek... Neyse buyrunuz.

Tıkısle

Bir çok Alacakaranlık hayranı kızlarımız bu parçayı eminim ki hatırlayacaklardır ve eminim ki bu filme tapan gençlerimizin çoğunluğu hayatlarını ot gibi yaşadıklarından, tek bildikleri ve taptıkları klasik müzik parçası bu'dur herhalde. Debussy'den Clair de lune, hem de daha güzel olmuş olan bir şekilde sizlere sunuyorum. Orijinali sadece fonda duyduğunuz piyanodur..

Tıkısle 

Hep klasik müzik türünde değil biraz da bizler için 'klasikleşmiş' olan parçalardan koymamda fayda var herhalde. Fakat bunda biraz zorlanacak olmam lazım. Lakin, bu şekilde olan parçaların çoğunluğunu sevmiyor oluyorum... ya grubunu ya da şarkıyı. Her neyse, giriş olarak canı gönülden taptığım ve sesine büyük bir hayranlık duyduğum Janis Joplin'den bir parça olsun. Lakin her ne kadar aşkı getirmese bile hüzünlendirdiğinden açılışı onunla yapmak istedim...

Summertime 

Joss Stone'u bu parçasıyla sevmiştim. Bir DJ gibi tanıtıyorum, içinizi ısıtacağını umduğum bu parça benden sizlere gelsin arkadaşlar...
Take my heart but please don't break it.

Tıkısle

Rastgele karşılaştığım ve şuan da bilgisayarımda bulamadığım bu parçayı, ilk dinlediğim zamanda kendim gibi görmüş adeta benimsemiş idim. Umarım sizler de beğenirsiniz. Sanırım The O.C'nin soundtracklerinden birisiydi.

Hello sunshine, come into my life.

Kendilerini sevmesem de, Stereomood sitesi sayesinde bu şarkılarını gayette sevdim... Tabi İsa'ya dua etsinler  Ozan'a tapmasaydım o sıralarda bu kadar sevmezdim.

Thinking about you.

Şuan koyacağım parçayı Youtube'da Joey Jordison'la ilgili bir videoyu izlerken duydum ilk önce. Sanırım alternative diye tabirlendirilecek türden parçaları dinlemeye böyle başladım. Yoksa şuan buraya aşkı betimleten değil de, black metalin incileri diye bir blog yazabilirdim :) Aslında yine yazabilirim hem bilgilerim tazelenmiş olur ama bana çok gereksiz geliyo, ben de kalsın o inciler.. Black metal popüler bir kültür olmamalı .. Neyse lan sizene ya off alın işte;

Goo Goo Dolls

Eskilerin çoğunluğunu dinlemem. Yarısını sevmiyorum zaten. Fakat neredeyse her yıl taş çatlasın 10-15 kere bi dinlediğim Led Zeppelin'e karşı bir sevgi var içimde. Sevmiyorum ama verebilirim durumu gibi assadsfds. Neyse, bu parçalarıyla zaten onlara olan hayranlığım oluşmuştu. Günde nerden baksan bir 10 defa dinler dururdum. Şimdi bu konu için tekrar açtım ya of ki ne of... ALLAAAHH diye bağıram geldi yeminlen.

Babe i'm gonna leave you.

Sırf olsun diye Beatles'dan da bir parça koyayım dedim. Bir çok parçasını dinlemek zorunda kaldım bundan dolayı -.- PS: I love you adlı parçalarını koymayı düşündüm ama sanırım bende pek aşk etkisi yapmadı. Pek dinlemediğimden bilmiyorum ama Yesterday adlı parçalarını aşka uydurabilirim herhalde;

Tıkısle

Yine ilk dinlediğimde aşık olup günlerce dinlediğim parçalardan birisi. WASP'a olan hayranlığımı oluşturan bir parça yine. Kaç kere sözlerine bakarak söylemişimdir, hala da çok severek dinlerim.

Taste the love!

Veee son parça! Hepimizin bir zamanlar çokça dinlediği parçalardan bir tanesi ve en tepesindedir belki de... O sesin sakinliği, rahatlığı ve o müthiş müzik, sözler...

Wish you were here


Bu blog için sanırım çok uğraştım. Son parçayla bi 'overdose' etkisi yaratmak istedim ve çok düşündüm ne koysam diye. En başta kesin Beatles koyarım diye saçma sapan şarkılarını dinledikten sonra gözüme Pink Floyd'un klasörü takıldı ve direkt aklıma bu şarkı geldi... Umarım başarılı olmuşumdur amacımda :) İyi dinlemeler...


7 Aralık 2010

Etkisiz Tepki





Güç kullanılarak oluşturulmuş, insan kanıyla , bedeniyle alınmış bu topraklar üzerinde kurulan tüm devlet terimlerine karşıyım! Hala devam eden 'güç' otoritesine,  ancak bu şekilde yazarak karşı gelebileceğimi bilmek beni çok sinirlendirse bile, maalesef ki sadece yazılarımla kalıyorum.

Ve insanların bunu çok normalmiş gibi karşılaması garip. Aslında bütün herkes bu dediğime katılıp isyan etse, birşeyleri kurtarabiliriz belkide! Belki hayal ettiğiniz geleceğinizi alabilirsiniz, elleri kana bulanmış üst yöneticilerden. Hatta şuanda toprak altında yok olan zamanının yöneticilerinden.
Her ülkenin toprakları kanla alınmıştır! Paranın büyüklüğünden bahsetmek sanırım artık gereksiz. İnsan bedeninin değeri daha yüksek paranın değerinden.
Fakat yine de saçma sapan bir şekilde parayla döndürüyoruz dünyayı. Sesini duymadığımız iniltileri var dünyanın.. Dinlemezseniz duymazsınız,  çektiği acılar sonucu çıkan sesleri.

İnsan bedeniyle ele geçirdik dünyayı. İnsan bedeniyle doldurduk her yeri. 7 milyardan biraz daha fazla. Yine de vazgeçmedik sevdamızdan ki hala insan kanıyla yeni yerler almak istiyoruz.
Kanımızla beslediğimiz toprağın üzerinde bissürü binalarla devlet oluşturduk. Karar vermek içindi belki de. Kimlerin kanıyla yeni topraklar alacağımıza.
Belki de bundan askerlik zorunludur ülkemde. Bilemeyiz ya. Bokta atamazsın, sanki günahmışçasına. Saman dolu beyinlerin üzerine gelişini seyredersin.

Sen seyrederken tüm herkes seyreder, bir başkaldırında karnından giden çocuğun haberini!
Oyuncak tutması gereken ellerine kocaman bir penis tutturan adamların haberlerini ve 'bozulmamış psikoloji' haberlerini.

***

Zaten televizyon izleme oranının en yüksek olduğu ülkeden ne beklenilebilir ki! İzleme konusunda o kadar ustasınız ki... Fakat tüm ülke olarak çelişkidesiniz. Sanatı izlemeyi sevmezsiniz, yorumlamasını da... İzleteni de, yorumlatanı da, yorumlayanı da , izleyeni de... Çünkü sanat, gerçekçidir! Sanat bir şeyleri göz önüne çıkararak oluşmuştur...
Okumasını sevmezsiniz ama çıkarlarınızı engelleyen herşey de çok büyük bilgilere sahipsinizdir!
Bu kadar iğrençsiniz.

Yalanı izlemeyi seviyorsunuz.
Ama yalan söylemeyi günah biliyorsunuz!
Bu kadar lanetlisiniz..
Çünkü Türk'üz diyorsunuz da, medeniyetten uzaksınız. Medeniyet girmemiş topraklara sahte medeniyetini sürüp yiyen insanlara verdiğiniz prim de cabası!

***
Ben böyle devletlerin oluşumuna karşıyım. Hepinize de karşıyım. Kavga etsek dövemem belki ama en büyük kavgam cümlelerimle olur sizin için. Cümlelerimin vereceği acı, sizinkilerden daha kötü izler bırakır bedeninizde.

Polisin kullandığı güce, hala bir çözüm getirmeyen ülkeme karşı olmak en doğal hakkımdır! Polisi sevmemek en doğal hakkımdır!
Beni korumaktan çok korkutan bir şeyi sevmemek, ona karşı savaş vermek benim EN DOĞAL HAKKIMDIR!


Polise olan nefretimi belki daha sonra daha detaylı yazarım.
Bir kadının bebeğini öldüren katilleri sevmek, katilin yandaşçılığına girer benim için.

29 Kasım 2010

Ya Sahteyseniz ?



Hepimiz sahte bir şeyin içerisinde dönüyoruz. 365 gün 6 saat!

O kadar alışmış ki beyinleriniz, her şeyi kabullenmeye ve başlarınızı hep eğmekten kamburlaşmış sırtınız. Kendi benliğinizi satmaya başlamışsınız, bacak aranız değer görmeyince. Erkekler olmuş, kızlardan daha da fahişe! Ruhunuza üflesem, buz olur bedeniniz. Anlamazsınız ya niye böyle yazdığımı, üzülmem ki! Yalanları farketmemiş asalaklar topluluğunun beni anlamasını da beklemem ben zaten.

Müthiş fikirlerim yok belki. Bir V for Vendetta-cılık yapamıyorum, yapmaya çabalamadığımdan olsa gerek. Yine de konuşmak istiyorum. Çünkü çok gevezeyim.
Dertleşmeyi severim, fakat bazı sırları tutmasını beceremem. Yine de kendimi tutmaya bakarım. Bu sıralar bu konu da başarılıyım.
Herkes internetten başladı artık isyanlarını yazmaya. Çok yazık. Çünkü bir boka yaramıyor, kendileri de biliyor ama yıllardır öğretmenlerimizin kulaklarımızı çekerek ' kendini kandırma ' lafını hayatlarına ters bir şekilde uyguladıklarını göremiyolar, ben ona üzülüyorum.

Gündemi takip etmek adetim değil. Dedim ya yazdıklarımın hepsini ben kendim düşündüm. İnsan düşüncelerinin çokluğu kadar değerlidir, benim gözümde öyle. Ne kadar düşünürsen o kadar değiştirirsin karakterini. Düşüncelerindir evet, seni sen yapan.
Çok klasik, ama bir o kadar da doğru.
Ah bir de Facebook da beğendiğiniz kadar uygulayabilseniz o cümleleri hayatınıza. Belki de 'isyan' oluşturmak daha kolay olacak.

İsyan lazım evet. Sadece oraya buraya yazılar yazarak değil. Gidip sokaklarda slogan atarak, sessiz yürüyüşler yaparak. Sadece bir 10 kişilik grubun açtığı pankartlar önünde hiçbir şey söylemeden sadece alkışlar eşliğinde yaptığı eylem bile bir şeydir!

***

Belki de gerekli değildir. Pek de umursamıyorum zaten.
Fakat yine de sinirleniyorum herkesin bu kadar görüş hastası olmasına. Madem bir şeylere sinirlisin, madem çok seviyorsun ülkeni, yap bir şeyler arkadaş! Korku varsa eğer o zaman boşuna konuşma.
Bana da mı dersiniz ki sen ne yapıyorsun diye? O zaman yazdıklarımı bir daha okuyun derim ben de size.
Amacım ne ülkeyi kurtarmak ne de birilerini ayaklandırmak. Uyumayı seviyorsak, ya da uykulu bir şekilde dolanmayı, öyle dolanalım o halde.

***

Herkesin bir de yazarlığa özenmesi tuttu bu sıralar ya ona da sinirleniyorum. Ya da fotoğrafçı olması. Ulan ne bilirsiniz ki siz entel olmayı be!
Birisi izler Donnie Darko, diğeri izler V for Vendetta, Requiem for a dream, al oldu sana filmkolik insan. Yok deve!
Sorsan okumamıştır bile bi tane filmle ilgili köşe yazısı ya da ilgisini çekmez o konudaki kitaplar. Ama izlemiştir ve her görüşe açık olmuştur birden.
Aşıktır hepsi, aşıksınız hepiniz.
Bilmediğiniz şeyi nasıl yaşıyorsunuz hayret ediyorum. Ben hiç yaşamadım. Meraklısı da değilim. Bu zamana kadar yaşadıklarım da, itiraf etmeliyim ki ortaya çıkarttığım tepkilerim hep onda bunda görmeyle oldu.
Yoksa değer vermem bir insanın hayatına. Sevdiğim olsun , sevgilim olsun. Sikimde bile değil onun hayatı benim için açıkcası.

Bugün nasıl bir aşk cümlesi kursam, nasıl bir aşk yazısı yazsam diye düşünceğinize, daha gerçekçi şeyler düşünseniz belki daha ileriye gidebilirsiniz.

***

Gece gece yazacağım konuyu değilde kafamdan geçenleri yazdığım bu kopuk yazımda okuyarak bana eşlik ettiğiniz için ayriyetten teşekkür de ederim.

12 Kasım 2010

Kinyas'ına aşık olduğum Kayra'm




Kitaplara tapan insanları sevmemişimdir. Toplumları, örgütleri, oluşumları ... Hepsi bana tiksinç gelir.
Kitap okurum okumasına. Hem de bu sıralar bunu abarttığımı düşünüyorum. Bir listem var, kitap listesi. Sırasına göre okuyorum. Fakat yine de bir kitapla hayatını değiştiren kişileri sevmem. Kitap övülebilecek bir şey olabilir. İyi bir konusu olabilir. Karakterler çok ilgi çekici olabilir. Ve elbette hepimiz bir kitabı okuduktan sonra, bir kaç saat ya da dakika kitaptaki karakter gibi hissedebiliriz kendimizi. Fakat bir kitap sayesinde hayatımıza yön vermek bana saçma geliyor.
Kendi hayatımızı kendi düşüncelerimizle şekillendirmek yerine, başka bir yerde yazan düşünceleri hayatımıza sokma çabası bana hep saçma geldi ve hep saçma da gelecek arkadaşlar.

Kitap okumayı çok severim, evet hem de çok.
Benim de arkadaşlarıma önerebileceğim hatta ' oku ulan ! ' diye başının etini yememe vesile olan çokca kitaplar var. Ama onların şuanda okuduğum zamankinden daha az hayatıma etkileri var ya da artık hiç yoklar.
Düşündüğüm, savunduğum görüşün kitabını okumak ayrı bir şeydir. Zaten bu zamana kadar savunduğum hiçbir görüşün kitabını okumadım. İnternetten okuyabileceğim ve bana şimdilik yeterli olabilecek kadar araştırmalar yaptım.
Onların kitaplarını okuyup anlamama daha yıllar var. Yoksa ben de aşırı sabırsızım bir Jean-Paul Sartre'ın Varlık ve Hiçlik adlı kitabını okumaya. Ya da anarşizmle ilgili kitapları okumaya, felfeseyle ilgili kitapları okumaya.
Şuan da anlama kapatisemin oradaki cümleleri kaldırabileceğini zannetmiyorum. Evet diğer mal yaşıtlarım gibi kasmıyorum kendimi, kabulleniyorum ve öyle olması gerektiğini düşünüyorum. Felsefenin kolay bölümünü anladım yaladım yuttum! Gerisini anlamam için önce basit ve güzel ve akıcı romanları bitirmem lazım. Bestseller, dünya edebiyatı, türk edebiyatı! Bunları önce bi kavramam lazım, çözmem lazım cümleler. Nasıl yazıldıklarını, ne anlatmak istediklerini!
Basit bir aşk cümlesinde bile bir felsefe aramalıyım ki , ileride okuyacağım o ağır kitapları kavrayabileyim.
Ya da daha kısa bir zamanda hemen gelsin o kitapları okuma zamanım diye!


Şu sıralar Hakan Günday'ın Kinyas ve Kayra adlı romanını okuyorum ve beni benden aldı! Bu belki sizlere ergen övmesi gelebilir fakat daha iyi cümle bulursanız söyleyiniz.
Durağa iniyorum kitabı hemen çıkarıyorum. Otobüste genelde oturursam kitabı okumaya başlardım. Fakat ayakta olarak iyi bir yer bulunca okumaya devam ediyorum.
Kitaplada inebiliyorum bazen.

Bu 'aha çok süpermiş' diyin diye değil. Kitap akıcı ve hatırladığım kadarıyla böyle karakterlerin olduğu bir kitabı ilk defa okuyorum.
Hakan Günday'ın ilk Zargana adlı romanını okumuş ve tapmıştım. Bence Kinyas ve Kayra'dan daha güzel o roman. Karakterler daha bi karanlıklar, daha bi koyular hayata karşı!
Bu romanda yer yer sıkıldım, sıkılıyorumda - hala okumaktayım -
Bazı yerlerinde çok abartmış karakterlerin, hayat görüşlerini ve bazı yerlerde ergen olmuş karakterler. Düşüncelerinin çoğunluğu ergenlikten ibaret ya da Hakan Günday, onların ne kadar dengesiz olduğunu vurgulamak için öyle cümleler kurdurtmuştur.
Bilemeyiz tabi sonuca bakıyorum her müşteri gibi de şikayetçiyim ' bazı yerleri sıkıcı' dan başka bir cümle diyemiyorum.

Fakat güzel karakterler, güzel atmosfer, güzel bir konu.

Başlıktan sakın okumayanlar, okumak isteyenler, Kinyas ve Kayra'nın tek kişi olduğunu sanıp bana sövmesin ' lan ne spoiler veriyosun ibne ' diye. İkisi de ayrı iki insan, ikisi de qanqa ccc.
Fakat Kinyas'ı daha seviyorum Kayra'dan. Kinyas daha naif ondan daha bi seksi geliyor gözüme cümleleri.
Öyle birisi çıksa karşıma, hiç düşünmem beraber kaçarım uzaklara.
Evlenirim diyemem, çünkü Kinyas'la evlenemezsin.

Hürrem öper saygılarla..

11 Kasım 2010

Telefonumu kaybettim, hükümsüzdür!


Dün akşama doğru telefonumu kaybettim, çaldırdım, hacılandım. Her ne boksa başıma gelen sonuçta telefonum yok ortalarda. Telefon kullanmaya başladığımdan beri başıma ilk defa böyle bir şey geldi.
Çok üzüldüm.
Hani cidden çok çok çok üzüldüm.

Çünkü ben obje bağımlısı bir kişiyim. Filmlerde olur ya, belki gerçek hayatta da olanlar vardır, bir hayvan alıcaksınızdır ve ilk göz göze geldiğiniz hayvanı seçersiniz. Benim obje bağımlılığımda böyle bir şey.
Ben daha doğrusu insan dışında olan bütün her şeye aşırı derece bağımlı olabilecek birisiyim. Öyle de oluyorum. Bundan rahatsızlık duymuyorum, çünkü insanların beni terketmesine çok alışığım. Zaten şuan da da hep birileri gitse keşke diyorum.
Sık sık msn adresimi tazeliyorum, kişilerden arındırıyorum. Kalabalığı oldum olası sevmemişimdir zaten. Pazar yerleri midemi bulandırır, nefes darlığı çekerim.

O değil, yine dönüp dolanacağım yer holigan düşüncelerim olucak. Telefonumun yok olmasını buraya bağlayacağım. Çünkü şunu farkettim ki, görüşün ne bokum olursa olsun köleyiz! Dünyanın kölesi değiliz yalnız. İnsanların kölesiyiz. Onlarda kendi kurdukları şirketlerin, markaların diğer köleleri.

Markalar emperyalist bir politika izliyor.
Bunu farkettim. Bu gerçeği kabul ediyorum.
2. gün bugün. Telefonsuzum. Otobüste eve gelirken canım sıkıldı, bağırarak şarkı söylemek istedim. Dinlediğim müziklerin, şarkıların hepsi kafamdan tek tek geçti. Tıpkı ölecek birisinin gözünün önünden geçen hayatı gibi.
Ve küfrettim içimden kendime.
Evet anarşizmi savunuyordum fakat boktan bir telefona olan bağımlılığımdan dolayı bunu tam yapamıyordum. Gerçi hiçbiriniz yapamıyorsunuz. Çünkü hepiniz bir şeyin kölesisiniz. Belki bana işin içinden çıkmak için 'obje bağımlılığım var' diyosun diyorsunuzdur ama, inanın rengim benzim attı resmen telefonumu kaybettiğimde.
300 tl bir şeydi.

Eylem yapmak güzeldir, katılmak daha da bir güzel ve eğlencelidir. Fakat hep öyleymişiz gibi, ot gibi yaşayarak kendi hayatımızı batırmak bana biraz saçma geliyor.
Geçen günlerde bir tane arkadaşım Facebook'ta bana ' anarşistsin ama Burger King'te çalışıyorsun' dedi. O elbette bunu geyik olarak söylemek istemişti, ciddi olarak tartışcağını zannetmiyorum.
Neyse, ona dediklerimi burada da yazmak istiyorum.

Para var. Böyle bir şey icat edilmiş ve maalesef o olmadan yaşayamayız. Into The Wild filmi gelir aklıma hep bunu söyledikçe ve düşündükçe.
Fakat durum böyle olamaz, o şekilde yaşayamayız. Orda da durum farklı değil.
Düzen bir kere kapitalist bir düzen olarak kurulmuş. En komünist insan bile ' teknolojiyi takip etmeliyiz, batıya kapıları kapatan osmanlıyı gördük, japonya ebesinin amında ama 11 yıldır 3g var ' gibi cümleleri kuruyorsa, maalesef otoriteye karşı kişilerde bir şeylerin kölesidir.
Ben bunu, kötü bir şeyden dolayı söylemiyorum veya dile getirmiyorum. Benim gibi düşünenlerin suratına söylenebilecek en basit ve kişinin acizliğini belirten en belirgin cümlelerdir bu cümleler.
Şöylesin de böyle yapıyosun!


Karşı görüşe olan saygısızlık, kaldıramamazlık bu cümlelerle dile getirilir, naif bir şekilde. Ot gibi olsanız, bu sefer de öyle çullanırlar. ' olm tamam anarşistsin, sosyalistsin de böyle de yaşanmaz lan ilkel insanlar gibi ' derler.
İşte insanlar başta bu düşüncelerinden arınmalılar ki, bir şeyler olsun !
Ondan dolayı iğrençsiniz!!

Bana göre önemli olan, bir şeyler düşünmek. Yararlı şeyler düşünmek! Bunu yaparsa tüm insanlık işte asıl o zaman herkes rahatlar. İşte o zaman güzel bir dünyada barış içinde yaşarız. Bombaları imha etmeden, kötüleri öldürmeden... Sadece düşünerek. Sadece ve sadece o %3 ünü kullandığınız beyninizi biraz daha sınırlarından çıkarıp düşünerek , düzeltebilirsiniz her şeyi!!

24 Ekim 2010

Özgürlük bizi özgürleştiremez.


Yüzyıllar boyunca yapılan özgürlük eylemlerinin bir kısmının 'iyi' denilebilecek fakat 'vasat' yürütülmüş bir çok sonucu olmuş.

Kişiler olarak, bir şeye bağlanmayı istemeyiz.
Fakat işin garip kısmı, cansız şeylere bağlanmaya bayılırız. O, bende de var mesela. Obje bağımlılığım var. Bir ayakkabıyı 5 yıl giyebilirim, kolum, bacağım, böbreğim olur o benim ya da herhangi bir eşyam.

Ben bunu, canlı ve akıllı olan 'şeylere' söz geçirememe korkumuza bağlıyorum. Yani, tabiki bunu bile yapıyoruz. Devlet kuruyoruz, kurallar oluşturuyoruz. Bir çember oluşturuyoruz içindekilere ' burada yaşayacaksınız ' diyoruz diğer tarafa geçmek için küçük bir defter - onu da para karşılığında alıyorsun ' gösterceksiniz diyoruz. Daha doğrusu 'diyorlar.'

Uğrunda savaşılan ve istenilen özgürlük bile kısıtlı.
Vaatler bir şeyi getirmediğinden, sadece sesimizi çıkarmak, bir şeylere tepkili olduğumuzu gösterebilmek için yapıyoruz bunu. Bir çoğumuz kabul ediyor ve 'niye eylemlere katılıyorsun ki bi boka yaradığı yok' denildiğinde bunu çok rahat ve haklı olarak söyleyebiliyor.
Çünkü, yapabileceğimiz başka bir şey yok.
Ya bu ülke ya da başka bir ülkede, elimizde olan bu özgürlüğü daha da ileri seviyelere getirebilecek ne güç var ne cesaret.
Eğer o cesaret var diyorsanız, ben gönüllüyüm ölüme, demiş oluyorsunuz.


Peki niye böyleyiz ?
Bu durumun canımı sıkması, inanın otobüsü kaçırmanın can sıkkınlığından da beter. Gerçekten çok garip bir durum.
Aslında bizim olan bir şeyi, ' kendi toprağımız ' denilen yerde yaşayanlara vermiyoruz, aslında o şey (özgürlük yani) onların da.
Fakat kabul edemiyoruz. Yüksek egomuz yüzünden.

Devletler, ülkeler bile çok basit, gereksiz ve saçma.
Sonuçta neredeyse tüm insanlık olarak, önce Dünya'nın (üzerindeki her canlıyla,biz hariç), sonra da insanoğlunun yaratıldığını düşünüyoruz. Diyeceğim o ki, zamanla insanlık karakter özellikler olarak öyle büyük bir evrim geçirmiştir ki, kendisine bahşedilen toprağı parçalara ayırmış, üzerine 'hayali' şeritler çizerek, sınıflandırmış.
Kendi kendilerini sınıflandırmış ve küçük görmüş. Köle yapmış.
Kendi özgürlüğümüzü kendimiz yok etmiş, kısıtlamış ve parçalamışız.

Bunu kabullenmiyor ve hala devlet, ülke kavramlarıyla sürünüp gidiyoruz. Elbette ki, bu durumlardan sonra hiçbir devlet veya oluşumu değiştiremez, değiştirilse bile, onun getireceğini düşündüğümüz şeyleri uygulayamayız.

Yeterince yapılan kısıtlamalarla 'basit' ve 'gereksiz' suçlar işliyoruz fakat şöyle ki bundan da büyük bir zevk alıyor ve egomuzun tatminliğini hat safhaya eriştiriyoruz.

Diyeceğim şu ki; ben, ne özgürlük savaşçısıyım, ne de bir propagandacı. Anarşistliğimin yanı sıra , varoluşçuyum ve bunlarla beraber düşündüğüm düşüncelerime kattığım 'realistliğim' var.

Bir sosyalist, komünist ya da anarşist.. Kimi derseniz diyin.
Karşı görüşü hakkında, istediği kadar, 'sığ düşünceli' , 'gerici', 'kısıtlayıcı' vb. gibi kelimeler kullansın. İnsanlar bu şekilde sınıflanmaz.
İki çeşitiz;

1- Gerçeği göremeyen.
2- Gerçeği görebilen.

Bu durumda, varlığımız ya da varlığınız hâlâ can sıkıcı, itici ve iğrenç.

19 Ekim 2010

Kafanızı boşaltın!




Küçükken gördüğüm hayatın aslında gördüğüm gibi olmadığını farkettiğimde büyük bir şok geçirmiştim.
Sanırsam ergenliğin başlarıydı, tabi ki bir çok insan gibi arkadaş kazıklarıyla başlamıştı.

Düşünmek gerçekten kanımda var. Her olayı derin derin düşünmek değil bu. Birden akla gelen herhangi bir konu üzerine olan herhangi bir düşünce ve eğer gerçekten kendi içimde çok çok haklı buluyorsam, onu hayatımın sonuna kadar savunur ve götürürüm.

Bilgilerimin çoğu, kendi çapımda edindiğim düşüncelerimden oluşuyor. Yani bir konu hakkında söylediğim şey için karşımdaki bana 'neden' diye sorsa, cevabını verecek kadar araştırmam olmadığını ileri sürerim.
Zaten o kadar fazla bilgi edinmeme daha çok var.

Gel gelelim, bir önceki yazımda da belirtmiştim, inancımı.
Deistim.
Fakat şöyle bir durum var, kafamdaki Tanrı inancı, herkesin inandığı bir Tanrı değil.
Bana göre herhangi bir deistin inandığı Tanrı bile gaddar. Benim 'tanrılarım' var. Mitolojiden de değil onlar.
Her şeyin bir Tanrı'sı var diyemem, yok da diyemem.
Hatta Tanrı kavramına bazen agnostik yaklaşabiliyorum, fakat yine de bir şeylerin varlığını düşünüyorum.

Neyse.
İnsanlardan o kadar tiksiniyorum ki. Çevremdekilerin iyi oluşu, ailemin bile varlığı beni insanları sevmem için bir neden olamaz.
Hepimiz, gerçekten büyük bir yalnızlığın içinde küçük varlıklarla mutluluk oyunu oynuyoruz ve bunu bilmiyormuş gibi yapıyoruz.
Bu bence çok iğrenç bir olay.

Bugün gördüğünüz sevimli bir bebeği seven anne... Yarın öbür gün o bebek büyüdüğünde onun kabusu olabiliyor ya da baba.
Çevrede gördüğüm böyle ailelerin çocuklarına gülümseyebiliyorum ama aklımdan geçen hep bu. Çocuğunu seven bir ebeveyn... Sonra arada çıkacak olan bir sürü olaylar. Çok garip, bugün senin her şeyin olan insan, yarın yer yer nefret ettiğin, kapıyı çarpıp gittiğin, suratına telefon kapattığın insan olabiliyor.

İnsanlara olan nefretim sanırım aşırı derecede ileri bir vaziyette.
Şahsen, savaşta ölen bir çocuk, kadın vs için, içim o kadar da burkulmuyor. Çünkü bugün ölen o çocuk yarın dünyanın başına kötü şeyler getirebilir, nereden bilebiliriz?
He tabi ki bunu düşünerekte, ıyy ölsün, denilemez. Elbette ki üzülür insan ve elbette üzülüyorum yer yer.

Fakat gündemdeki savaşlara bakıldığında, o gün o çocuğun ölümüne sebep olan asker veya emri veren yönetim de bir zamanlar bebekti ve onları gören kişiler, onların çok sevimli olduğunu düşündü.

Bana bu durumlar, açıklayamacağım bir biçimde garip geliyor.
Tanrı diyoruz, fakat savaşın sebebiyeti onun yarattığına inanılan dinlerden çıkabiliyor.

Sahiplenme duygumuzun haddi hesabı yok. Hepimiz, yakıp yıkma taraftarıyız. Nefret etme, öldürme...
Şu zaman da bile, o kadar fazla içi faşistlikle köpüren insanlar var ki...

Blogum çok takip edilen bir blog olsa, herhalde bu yazdıklarıma çok ağır mesajlar, küfürler alabilirim. Çünkü saygı ve empati duygularından yoksunuz.

Bunu düşünmek bile, bazen kendi ırkımdan ama çoğunlukla tüm insanlıktan nefret etmeme sebep oluyor.
Hümanizm için, bizlerin daha iyi vasıflarda yaşaması için yapılmış bir çok propaganda, eylem, öne atılmış görüşler vs. hepsi ama hepsi bir yönetimin zorlaması, şiddeti ile ya ortadan kaldırılmak istenmiş ya da o kişilere yapılan işkencelerle sona erdirilmiştir.

' Uğrunda ölürüm! ' dediğiniz atalarınız ve sonrası ve geleceği ... İğrenç bile denilemeyecek kadar yerin dibindesiniz.


13 Ekim 2010

Sebepsizce


Gitmek yerine hep kendi içimde hapis olmayı tercih ettim.

Ne kararlarım doğruydu, ne de uyguladıklarım.

Doğruyu bulma yollarım bile yanlıştı.

Ben yanlışlıydım hayata karşı.

Seçeneklerim sonuçsuz kaldı, çünkü uygulamadım.

Uygulamamak da bir seçenekti. En başarılısıydı kararlarımın.

Teninin kokusu değildi bendeki.

Kulaklarımda hala senfonisinin tınıları var.

Teninin jeneriğine hastaydım. En duygusal şarkıydı duyduğum.

Gitmek yerine… Yalnızlığını seçtim senin.

Tek bedende parçalara ayrılmıştım. Özgürlüğümü kuşlar pisliyordu, o kadar derindi üzerimdeki toz birikintileri.

Gözlerimi açamıyordum, rüzgardan.

Kapılarım kapalıydı ama her defasında bir ses vardı onlarda.

Yalnızlığını ruhumun boş yerlerine doldurdum.

Nefes kesen melodin, ölümümdü benim için.

Son nefesimde mırıldanarak kesilsin nefesim.

Öyleydi bende ki yerin. Her zaman ..

Ağzıma almak istemediğim adın nefretten değil hasrettendir. Bazen gözümün önüne gelir simân…

Hastalanır gözlerim ağlamaktan sana.

Gülmek için takındığım mandallar, her ne kadar canımı acıtsa da, sakladım yine de kendimi kendi içime.

Gidemedim ben. Gidemedim senden.

Kendimi kendime hapsederek cezalandırdım.

Bir oda değil bulunduğum yer, boş bir duvar değil gözlerimin daldığı.

Belirsiz dolanan görüntüler içerisindeki ruhumun çığlıklarıydı, hapsolmuş bir bedenin içinde.

9 Ekim 2010

İnanış oluşumu.


Boş beynimin içerisinde gezinen dolu düşüncelerim var. Bunları haykırmak istemiyorum, sadece konuşmak insanlarla paylaşmak istiyorum. Ama korkuyorum!
Niye!?!?

Çünkü, hiçbir araştırmam olmadan düşünüyorum onları. Ya yanlışlarsa?
Dinlere de bu şekilde inanmamaya başlamıştm zaten. Evet , felsefede buna 'deizm' deniliyor. Ama inanın bundan haberim yoktu ve ben öyleyken demiştim ' dinler yok bence lan ' diye.

.. evet öyle bi cümle kurmuş olmam lazım.

Lise 3. sınıf öğrencisiydim (öeh) ve felsefe dersine hayrandım. Herkese diyorum ki 'dinlerle ilgili bi şeyler işliyoduk ' yalandı.
Öyle bir şey işlemiyorduk.
İnançsızlığa nasıl inanacağımı bulduğum zamanı hatırlayamıyorum tam olarak.
Bir haftalık süre içerisinde olmuştu her şey.

Diyordum ki; Allah varsa nası var? Ya bu bizlerin yarattığı bir şey ise?

Sonra bu konuyu öyle derin düşünüyordum ki, okula uykusuz gidiyordum falan. Uyuyamıyordum o derece.
O hafta içerisinde badim olan BARAN ile Kadıköy/Moda sahiline giderkene, bana araba çarptı.
Heh. Bir şeyim yok iyiyim sağolun. aslkfdjsa

Çarpan bi bayandı ( ezerim böyle de! ). Hödük, tramvay yolunda nası bi insana çarpabilirsin ki! Sağa baktım sola bakamadan vurdu salak. Bir de düşünün ne kadan trafik kurallarına uyuyorum, göt kadar yolda bile iki tarafa bakmaya kalkışmışım.
Her neyse, kadın beni hastaneye götürürken, allah var mı lan acaba dedim. Ahaha. Komik evet. Acaba böyle düşündümde beni mi cezalandırıyo bu lavuk dedim.

Dedim dedim de. Sonra ki günlerde, mitolojiye ilgi sardım, şöyle bir internetten bakadururken bi karara/düşünceye vardım.
Şöyle ki;

İnsanlık olarak yıllar hatta asırlar boyunca hep bizi bir şeyin yönettiğine inanmak istemişiz. İlk insanlar ateşe tapmışlar. Niye? Çünkü ateş yakıyormuş, canını acıtıyormuş. Onlarda bunun kutsal, yüce bir şey olduğunu zannetmişler.

Sonra, şöyle bir durum farkettim, yazı bulunana kadar çok tanrılı bir inanış varmış. Yazı bulunmuş, İsa diye bir insan doğmuş, onun doğumu kutsal sayılmış. bla bla bla.

Yazıdan sonra dinlerin oluşması, ben de bir şüphe uyandırdı ve dedim ki ' bence bunları insanlar yazmıştır ' onlar uydurmuş olamaz mı? Yani atalarımız?! Bundan dolayı dedim, bir ve ya daha fazla Tanrı vardır fakat yarattıkları bir din yoktur.
Öyle de inanmamaya başladım dinlere. Mutluyum, hiçbir kötülüğünü görmedim inançsızlığın ki ben buna inançsızlık demiyorum sonuçta yine bir düşünceye inanıyorum.


Beyinlerimizi açıp bir bakmak lazım, göz değil bakın BEYİN! Tamam dinler külliyen yalandır diyemem ama körü körüne inanıp onların sayesinde bir yerlere gideceğimizin söylenmesi ya da ödüller alacağımızı söylemek bana ilkokul 1. sınıfı hatırlatıyor.

Hürrem eğilir saygıyla ve terk eder sahneyi!

7 Ekim 2010

Mutluluğu sonsuzlukla çarptım, sonuç yine çıkmadı!


Ben gerçek bir mutluluğun olduğunu düşünmüyorum. Mutluluklarımız anlıktır bana göre. Çünkü hayatımızın içerisinde o kadar fazla mutsuz olabilecek konu var ki.. Mutluluğu yaşayabilecek bir vaktimiz yok.

En basitinden, Hiroşima da olanlar, Çernobil, Irak vs. Bana bunlar daha da çok üzülecek durumda.
Yaşadığımız ülkenin durumu da cabası.

Siyasetten anlamam etmem, politikayı ekmeğime bal niyetine sürüpte yemem. Bir tek sosyalizme şöyle bir bakmışımdır, o da kapı aralığından.
Ailem komünizm yüzünden Bulgaristan'dan Türkiye'ye göç etmişler. Annem sevmez komünistleri falan ki zaten annem bi siyasi görüşün aşırı fanatiği olan herkesten de korkar... Neyse.

Benim bir siyasi görüşüm bile yok. Anarşizmi bilir onu okurum, onu savunurum. Kör bir savunucu da değilim. Bu saatten sonra siksen bu dünyanın halini kimse düzeltemez.
Bana göre, insanlar toprağa hiç yerleşmemeliydi ki dünya iyi bir yer olarak kalaydı. Yani ancak ve tek çözüm bu bana göre. Eh bu da imkansız.
Dediğim gibi kör bir inanan değilim. Anarşistim derim ama kollamam onu mesela. He eylem olsun 'tamam abi'. Ama yok..cık. Bu saatten sonra hiçbir şeyin değişimi olamaz.
Olacak olan değişimde, insanlığa felaket getirir ancak.

He ne diyodum.
Bana göre , hangi düşünce olursa olsun, siyasetin içerisinde soktum mu onu bozuluyo arkadaş. Sosyalizm de öyle benim için.
Sosyalizme sadece felsefik açıdan bakarım, o konuda onu desteklerim. Eşit olmamız gereklidir. Haksızlığa tahammülüm yoktur.

Zaten dünyaya ebedi mutsuzluğu veren de siyasetdir, siyasetçilerdir. Hepsi gözümde suçlu. Geçmiştekiler ve gelecektekiler. Siyaset bölümü okuyanlarda.
Hiçte karşıma geçip bilir edalarıyla bakmasınlar, umrumda değil.
Hepsi dangalak.

En başı hatırlayacak olursak (hiroşima,çernobil rerörerö), ben bunlara üzülüyorum. Dün ölen kedimin arkasından ağlamıyorum ya da ne bileyim lan kırılan tırnağım için falan.
Öyle insanlar da bana boş geliyor.

Mutluluk bir anlık olduğu için değerini bilemiyoruz ya zaten. Mutsuzluk hakim her yanımızda ondan dolayı.
Biz insanlar olarak lanetli yaraktıklarız zaten. Hak etmiyoruz.

Ahhh...
Yazının devamını getiremicem. Sıçtım.
Daha ne diyebilirim ki zaten, içimden gelebilecek şeylerin hepsini söyledim. Başka şeyler anlatsam, çok atlamalı bir yazı olucak.

Bunları çok düşünüyorum ve çok fazla da tartışmak konuşmak istiyorum lan. Böyle aşırı. Off.. Çocuk gibiyim amk.


Bi de yazı okumayı sevmiyor gençler.

ahaha, Hürrem öper.
Saygılarla.

Düşündüklerimiz, kendimizindir.


Bazen çok ama çok garip şeyler düşünüyorum.
Bunları buraya yazmaya kalkışsam, bölmek zorunda kalacağımdan eminim.

Hiçbir zaman boyunca, bir konuya giriş cümlesi kuramamışımdır. Olamaz yani. Bu da takıntım gibi bir şey olsa gerek. Yapamıyorum, ondan dolayı pat diye giriyorum anlatacağım şeye;

Son zamanlarda çevreme şöyle bir bakıyorum da, aşırı moda var. Evet. Aşırı moda. Herkes çok abartı geliyor bana. Bir arkadaşım Facebook'una da yazmıştı hatta. Nereye baksam retro kız diye.
Yahu sıkılmıyo musunuz?
Ulan giydiğim bir şeyin aynısını başka bir kızda görsem soğuyorum hemen o giysiden. Oysa bizim kızlarımız 'ayyyy ayşenin ayakkabısı çoğğğzel' diyip hemen kendisine aynısının farklı versiyonunu alıyor. Herkes böylece ' ben farklıyım ' derken bi bakmışsın aynı olmuş ... Ben sıkılıyorum lan, hatta sıkıldım bu durumdan.

İnanın midem bulanıyo dünyanın (oha) bu halinden.

Hem ayrıca herkes ( herkes dediğimde benle yaşıt genç kesim ha ) fazla entel olma çabalarında. Dizi ve filmlerde bile bu olay dalga konusu olurken, millet hala elaleme entelim diye göstermeye çabalıyor.

Ben bizzat kendim, metal müzik dinleyicisi bir karakterim. Diğer türlerden de dinlemediğim yok değil, akustiktir alternatiftir severim. Bundan yıllar evvel önce Black Metal den tut Thrash Metal falan hepsini dinler başka da bi bok dinlemezdim. Eh tabi ki de ergenlik, utanmıyorumda o hallerimden.
Sonra bir gün, baktım - işte o zaman da metalizm modaydı...- herkes aynı olmuş. Herkes aslında 'ben' olmuş.
Kılığımı kıyafetimi değiştirdim.

Müziğimi kendimce, içimde yaşatmaya karar verdim. Millete ne benim ne tarz müzik dinlediğimden. Zaten arada kafama göre başka türleri de dinliyorken ne diye dışarıda Arch Enemy tşörtüyle dolanıyorum.

Demek istediğim, yaptığınız kültürel şeyler kendinize kalsın. Bunu her yerde belli etmek... ay ne bileyim çok garip. Çok saçma, çok ahmakça, çok kendini düşürmece falan.

Bir çoğunuz öylesiniz.
Ki şu da var, hiç değilse hiç kitap okumayan, film izlemeyen vs gibi şeyler yapmayanın yerine sizleri tercih eder sizleri bağrıma basarım.

Bu tip kişiler bana hep ezik gelir. Eziktirler, karakterleri aslında tam oluşmamıştır, kendilerine de tam güvenleri yoktur. He ben böyle diyorum ama benimde kendime çok güvendiğim söylenemez ama, eminim ki benden daha iyi klavye yazarlarıdır onlar...
Beyinlerinin , yobaz beyinlerden daha fazla havaya ihtiyacı var. Gündem konularıyla o kadar aşırı ilgililer ki , belki de çok önemsedikleri ders notları ondan dolayı düşük geliyordur.
asdljaslf


Ahaha, saçmalamaya başladım.
Napiyim lan.
Neyse Hürrem kaçar..

2 Ekim 2010

Ben aslında...


Merhabalar...

Bu blogu tabiki de çok kişi okumuyor, takip etmiyor. Zaten amacımda milyonlara hitap etmek değil.
Bundan yıllar evvel önce bu blogu açtım.. Açtım ama amacım aslında yazılarımı koymak falan değildi. O zamanlarda yazılarımı yayınlayabildiğim bir forum sayfası vardı. Şuan oraya pek girmiyorum, sıkıldım ordan sanırım. Neyse.
Burayı köşe yazısı gibi kullanıcaktım. Öyle diyim, en açıklayıcısı o'dur herhalde.

Fakat zaman sonra - o zamanlarda kullanmadım bu blogu - bloguma bi baktım şöyle bi baktım... Ve yazılarımı koymaya başladım. Yeni olsun eski olsun. Şuan tam 40 tane yazım var elimde ve sırasıyla bloguma koyuyorum.
Bazen ilham geliyor, yazıyorum. Bu sefer onu koyuyorum.

Ama bir baktım, blogumu amacından caydırmışım ve şu sıralar herkes duygusal yazı yazma derdine düşmüş.
Aklına gelen herhangi bir aşkla ilgili benzetme olsun, hemen yazıya çeviren insanlarla doldu etraf.
Baktım ki bende artık eskisi gibi yazamıyorum. Ne kadar üzülsemde sanırım yazma işlevimi kaybettim. Zaten ilk başta o forumda da böyle tarz yazıyordum, dikkat toplayınca aşka dair yazılar yazmaya başladım o yönümü keşfetmiştim. Şimdide o yönüm kayboldu, yazamıyorum.
İlham gelsede bir cümleden ibaret oluyor, saçmalıyorum yazarken.
Defterimde kaç tane yarım yamalak yazılar var görmelisiniz.

En sonunda dedim ki, arada bir yazılarımı koyarım, aklıma geldikçe de konuşurum bu blogda. Yoksa blog öyle kalacak.

Bu bir başlangıç. Sadece haber verme.
Devamı elbette olucak.
Hatta kalın...